Kreşte yeni bir şarkı öğrenmiş oğlum:
Hey selam sana
Gözlerime baksana
Dokunmadan sarılmadan
“Merhaba” de bana
Seni görünce sevindim
Karşılıklı dönelim
Bir yana diğer yana
Haydi zıpla zıpla
Her bir kelimede kalbime saplanan şey, daha da derine iniyordu sanki. Oğluma beğenilerimi sunarken, zorla gülümsemeye çalıştığımı hatırlıyorum.
Oysa böyle mi olacaktı! Dokunmanın, sarılmanın büyüsünü öğretmeye çalışırken çocuklarımıza şimdi duvarlar örüyoruz diğer insanlar ile aralarına!
“Tut kardeşin elinden birlikte oynayın” cümleleri hayal oldu. Parktaki çocukla biraz yan yana gelseler kaplan gibi öne atılıyorum, şaşkınlıkla!
Şarkıyı dinlerken oğlumdan, bir yandan da içimden en ebeveyn sesimle diyorum ki: “Aferin, bak ne güzel düşünmüşler. Değişen koşullara uyum sağlamaları için çocuklara yasak koymuyor, şarkıyla öğretiyorlar, normalleştiriyorlar. Bitmeyen pandemi döneminde olması gereken bu!” diyorum ama kalbime saplanan şey hala orada ve acısı gittikçe büyüyor.
Yıllar önce, bir yıl süreyle İngiltere’de yaşamıştım. En çok özlediğim şey sarılmaktı. Üstelik tanıdığım sevdiğim kişiler de vardı orada ama her an her önüne gelene sarılmak, dokunmak, bir değil iki değil defalarca özgürce öpmek lüksünü kaybetmiştim. Bunun bu kadar önemli olabileceği önceden hiç aklıma gelmezdi. Ne de olsa gençlik zamanıydı, dünya şüphesiz daha hızlı dönüyordu. Beni Türkiye’ye geri getiren sebeplerin başında böyle uyduruk bir şeyin geliyor olması şaka gibiydi. Şimdi ise hiç şakası yok konunun, çok ama çok ciddi.
Tabi diğer tarafta hastalıklar, ölümler oluyorken, sarılmayı özledik duygusallığında olmamalı gibi hissediyor insan. Oysa konu birey seviyesinden çok toplumsal öğeler de içeriyor.
Reverans yapmak ya da şık bir elbiseyi eldivenle tamamlamak gibi detaylar geliyor aklıma. Dünya tarihine iz bırakacak olan bir dönemden geçiyor olmak yine de tercihim olmazdı doğrusu ama işte buradayız. Belki de bundan onlarca yıl sonra, kraliyet ailesinin düğününde dirsekleri birbirine vuran saygın misafirler olacak, kim bilir!
Her şey karışık değil mi? Herkes birbirine soruyor, öyle mi olacak yoksa böyle mi? Bu aralar tam da böyle bir yerdeyim, dilimde üç kelime: Her Şey Çok Güzel Olacak filminde Mazhar Alanson’un Cem Yılmaz’a dediği gibi “Bilemiyorum Altan, bilemiyorum!”
Bilenler bilmeyenlere anlatsın öyleyse. Herkes bildiklerini bilemediklerinden ayırsın ve elindekilerle en iyi ne yapılabilir bir baksın. Bu karışık dönemde, bu tuhaf zamanlarda tam da zamanıdır kendimize dönmenin, kendimizi hatırlamanın, güçlü yönleri parlatmanın ve yola devam etmenin. Kariyer deyince ben, bu zamanda ikinci planda imiş gibi geliyor bazılarına. Halbuki tam da zamanı! Zamanın kıymetini anlamışken, kendi isteklerimizi fark etmişken. Endişe ve kaygıları bir kenara bırakıp bir heyecana yer açmaya ihtiyacımız varken. Mevcudu büyütmek ya da yeniden başlamak, başarılı, tatmin, mutlu, saygın ve neşeli halimizi sürdürebilmek için tam da doğru zaman. Pandemi bitince değil bugün, hatta şimdi, bu yazıdan hemen sonra!
Ha bu arada okul öncesi bir şarkı önerisi isterseniz aşağıdakini aratın lütfen. Çocuğunuz hemen öğrenip dans edecek ve siz de bayılacaksınız, lütfen kalkıp eşlik etmeyi ihmal etmeyin?
Virüs hasta eder bizi
Virüs kaçırır keyfimizi
Virüs seni yaramaz virüs
Uzak dur benden hazzetmem senden!